Gözde ve Serra’yla çölde buluştuktan sonra Vadi Rum’un hemen kıyısındaki küçük köyden bizi kalacağımız Bedevi kampına götürecek olan kamyonetin kasasına oturduk. Hoplaya zıplaya yarım saat kadar gittikten sonra tam hava kararmışken geceyi geçireceğimiz bedevi kampımız Wadi Rum Night Luxury Camp‘e ulaştık. Kapkaranlık çölün ortasında geleneksel çadırları ve sadece yürüyüş yollarını aydınlatan ışıklarıyla kampın ne kadar güzel göründüğünü anlatamam.
Bedeviler bizi uzun masaların ve bir açık büfenin olduğu büyük çadıra aldılar, önceden hazırlanmış Ürdün yemeklerinden yedik. Karnımız doyduktan sonra eşyalarımızı çadırlara bırakıp kamp ateşinin başına geçtik. Kampta kalan diğer turistler de bizden önce gelmiş, bedevilerle beraber ateşin başında oturuyorlardı. Hep beraber sohbet edip bedevilerin ikram ettiği bol şekerli nane çayından içtik. Sabah güneş doğmadan kalkacağımız için biz kızlar erkenden yattık, Arda geç saatlere kadar hayran hayran fotoğraf çekmiş.

Sabah güneş doğmadan kalkıp ciple safariye gittik. Zorla yatağından kaldırdığımız cipi kullanan bedevi bizi çöle salıp hemen uykuya daldı. Bir tepenin üzerine tırmanmaya başladık. Etrafta bizden başka kimse yok, bizim çıkardığımız seslerden başka hiç ses yok. Güneş yavaş yavaş doğarken kumların rengi gittikçe kırmızılaşıyor. Tatilde, doğanın içinde bile etrafımızda hep ne kadar çok insan ve gürültü olduğunu düşününce böyle bir ortamı hayal etmesi bile zor, biliyorum. Tek bir çıtırtı, böcek sesi bile yok. Öyle bir sessizlik.
Çöl deyince gözümüzde sapsarı, bitmez tükenmez kum tepeleri canlanıyor. Daha önce Amerika, Nevada’da gördüğümüz çöller de buraya hiç benzemiyordu. Vadi Rum’da kumların rengi kırmızının değişik tonlarında, rüzgar da etraftaki kayaları ince ince oyduğu için sanki Mars’taymışsın gibi hissediyorsun.
Ürdün’de en çok beğendiğimiz yer Vadi Rum oldu. Çölde saatlerce dolaşıp renklerin, sessizliğin tadını çıkardık.