1 Mayıs Cuma günü sabaha karşı saat üçte Ürdün seyahatimizin başlangıç noktası olan Akabe’ye indik. Otele önceden not yazıp geliş saatimizi bildirmiş, bizi havaalanından almalarını istemiştim. Genç bir çocuk bizi karşıladı, eski püskü bir arabaya bindirdi. Birkaç kaza tehlikesi atlattığımız maceralı bir yolculuk sonrasında gün doğmadan otele vardık, check in öğleden sonra ikideydi. Cuma günü zaten Ürdün’de tatil, 1 Mayıs da milli bayram olunca otel tamamen doluymuş. Yapacak bir şey yok, beklemeniz lazım dediler. Lobinin dışında havuza bakan terasımsı yerde divanlar vardı, orada uzandık. Bir süre sonra da yorgunluktan uyuyakalmışız. Sabahın köründe bol çocuklu ailelerin gürültüsü ve nargile dumanlarıyla uyandık. Kahvaltı yapıp havuzun başına indik.
Ürdünlü arkadaşım Mo beni Akabe’de özel plajı olan, iyi bir otelde kalmam için uyarmıştı ama 1 Ürdün dinarı neredeyse 4 Türk lirası ediyor (2015 itibariyle), on günde harcayacağımız parayı düşününce ucuz bir otel tercih ettim. Zaten Arda’yla tatilin ilk günlerinden havuz/deniz başında dinlenmek hariç pek bir beklentimiz de yoktu. Seyahatimizden önce okuduğum rehberlerde şehir içindeki halk plajlarında kadınların denize girmesinin pek hoş karşılanmadığını okumuştum. Bu nedenle şehrin biraz dışındaki South Beach denilen bölgede denize sıfır bir oteli tercih ettim. Akabe’ye gelmişken Kızıl Deniz’de dalış yapmak istediğimiz için otelin kendi dalış okulunun olması da bir avantajdı.
Öğleden sonra otelde kalanlar birer ikişer gittiler, etraf tenhalaştı. Bizi odamıza çıkardılar. Rezervasyon yaparken geyik olsun diye balayında olduğumuzu yazmıştım, yatağımızda havludan kuğular bizi bekliyordu. Odaya yerleşip otelin hemen önündeki halk plajından denize girmek istedik. Bikinimin üzerine kolsuz, dize kadar uzanan siyah bir elbise giydim, plaja gittik. Upuzun, incecik kumlu bir plaj ve hafif dalgalı masmavi bir denizin yanı sıra mangal yapan, top oynayan, çamaşır kurutan aileler de bizi bekliyordu. Tatil günü olduğu için adım atacak yer yoktu.



Otelde haşemayla güneşlenen kadınlardan sonra plajda da çarşaflıları görünce burada bikiniyle yüzmenin hayal olduğunu anladım. Bari sahil boyunca azıcık yürüyüş yapalım dedik, peşimize birer ikişer ergen irisi çocuklar takılmaya başladı. Az ilerde bir iskele görünce oradan denize bakmaya gittik, geriye dönüp bir de baktım ki peşimizden 15-20 tane adam gelmiş. Denize atlayıp üzerimize su atmaya başladılar, biz de artık tacizlerden yıldığımız için koşa koşa otelimize geri döndük. Bütün bunlar toplam on dakikada oldu, bu süre içinde Arda hep yanımda elimi tutuyordu. Biraz havuzda takıldıktan sonra giyinip şehre indik.
Akşam yemeğini Ali Baba Restaurant‘ta yedik. Arapların ‘kibbeh‘ dediği içli köfte ve otlu labneden sonra Arda ana yemek olara kuzu pirzola yedi, ben de Sayadiyeh diye yerel bir yemeklerini denedim. Tarçınlı, baharatlı bir pilavın üzerinde kızarmış balık parçaları ve bir sosla servis ediliyor. Oldukça lezzetliydi ama çok tuzlu ve yağlıydı, bana biraz ağır geldi. Bira ve şarapla beraber 57 JOD hesap ödedik, biraz pahalı olmasına rağmen yemeğin yanında bir şeyler içebileceğin hoş bir restorandı.

Yemekten sonra niyetimiz biraz dolaşmak, marina bölgesindeki Al-Hafayer parkına gitmekti ama kısa sürede yine kalabalıktan, bakışlardan ve takip edenlerden sıkıldık. İçecek bir şeyler alıp otelimize döndük, balkonumuzda manzaraya baka baka demlendik.
Ertesi sabah oteldeki dalış okuluna gittik, dalış hocası Mohanned’le öğleden sonra üçte dalışa gitmek için sözleştik. Havuzda eğlenip güneşlendikten sonra Mohanned bizi aldı, otelin biraz uzağındaki bir dalış noktasına götürdü.
Kızıl Deniz scuba diving için mükemmel bir yer, etrafı tamamen çöl olmasına rağmen su altında çok canlı bir deniz hayatı var. Yine Kızıl Deniz kıyısındaki Sharm el Sheikh gibi yerler zaten çok ünlü dalış merkezleri, ama Akabe’nin de denize kıyısı çok uzun olmamasına rağmen 23 tane farklı dalış noktası var ve dünyanın dört bir tarafından insanlar buraya dalış yapmaya geliyor.
Çocukluğumdan beri önüme birçok fırsat çıkmasına rağmen daha önce hiç dalış yapmamıştım. İlk denememde kulaklarımda hissettiğim hafif baskı hariç hiç rahatsızlık duymadım ve çok keyif aldım. Dalışımız bir saatten biraz uzun sürdü, önce yaklaşık on metre kadar derine inip 1985’te batırılmış olan Cedar Pride gemisinin enkazını gördük, sonra da biraz uzaklaşıp mercanları ve balıkları izledik. Dalış için kişi başı 35 JOD ödedik. Akabe’de yaptığımız en heyecan verici şey bu dalıştı, daha önce böyle muhteşem bir şeyi denememiş olduğuma pişman oldum.
Akşam yine şehre indik, ama bu defa her yer çok sakindi. Bu haliyle Akabe aslında güzel bir yerdi. Sharif Hussein Bin Ali camiinin etrafında dolaşıp fotoğraf çekerken hoca kılıklı bir adam yanımıza geldi, bize kartvizitini verdi, sonra nereli olduğumuzu sordu. Türküz deyince çok sevindi, İstanbul, Marmaris, Erdoğan maşallah dedi, şeker de verdi. İnşallah inşallah diyerek el kol hareketleri ve kırık dökük bir İngilizceyle hak yolunu bulmamızı, benim örtünmemi, evlenip en az iki çocuk yapmamızı temenni etti. Ben Erdoğan en az üç çocuk istiyor, vallaha üçten az yapmam deyince daha da sevindi güle güle gitti. Ürdünlüler cidden komik insanlar. Ürdün halkının yarısı Filistin kökenli olduğundan mı, “van minüt”ün gazıyla mı, yoksa orada çok popüler olan diziler sayesinde mi bilmem ama Türkiye’yi çok seviyorlar (en azından 2015’te seviyorlardı, artık onlar da sevmiyorlardır herhalde).
Hocayı başımızdan savınca önceki gün kalabalıktan gezemediğimiz Marina bölgesini gezdik, zaten Akabe küçücük bir şehir olduğu için iki adımda bitti. Yine Ali Baba’da oturup kalamar, jumbo karides ve balıktan oluşan karışık bir tabak söyledik, yanında biralarımızı içip sakinliğin keyfini çıkardık.

Akabe’deki üçüncü günümüzün akşamında bizi Vadi Rum’a götürecek olan şoför gelip bizi otelimizden alacaktı, o saate kadar da yapacak bir şeyimiz yoktu. Bütün gün havuzda tembellik yaptık, biraz da otelin sahibi Marwan’la lafladık. Epeyce seyahat etmiş, kafası açık bir adamdı ama politik konularda bir türlü anlaşamadık. Bizi çok sevdi, dönüş uçağımızın da Akabe’den olduğunu öğrenince gelin son gün misafirim olun para falan istemem dedi.
Akşam yedide şoför geldi, Vadi Rum’a doğru yola koyulduk. Yaklaşık bir saat süren yolculuğun sonunda Amman’dan yola çıkmış olan Gözde ve Serra’yla çölün ortasında buluştuk.