Saraybosna’dan Mostar’a gitmek için tren, otobüs ve araba kiralama gibi alternatifler var. Biz otobüsü tercih ettik. Autoprevoz firmasının Saraybosna’dan her gün kalkan sekiz seferi var, Mostar’dan dönüş için de günlük yedi sefer var. Otobüs seferlerinin gidiş dönüş saatleri belli ve genelde zamanında kalkıyorlar. Gidişte temiz ve kısmen modern bir otobüsle Mostar’a gittik, yol boyunca harika manzaralar gördük. Bosna Hersek doğa açısından inanılmaz şanslı; dağlık ve yemyeşil bir ülke, her yerden dereler akıyor. Yaklaşık üç saatlik bir yolculuğun ardından Mostar’daydık.
Otobüs terminalinden şehrin eski kısmının ve meşhur köprünün olduğu merkeze ilerlerken Mostar sevimli, ama savaştan çok hasar görmüş ve pek de bir özelliği olmayan bir kasaba izlenimi veriyor. Duvar yazıları ve resimleri dikkatimizi çekti. Havanın o kadar sıcak olacağını düşünemeyip oldukça kalın giyinmiştik. Sağda solda Osmanlı yapısı binalara baka baka biraz yürüdükten sonra serinlemek için bir cafede oturup soğuk birer limonata içtik.
Mostar’da Neretva Nehri’nin bir tarafında ağırlıklı olarak Boşnaklar (Müslümanlar), diğer tarafında da Hırvatlar yaşıyormuş. Boşnak tarafı daha canlı ve eğlenceli, diğer kısmı yeni binalardan ve konut ağırlıklı yerleşim yerlerinden oluşuyormuş gibi geldi bana. Keyifli bir yürüyüşten sonra şallar, el işleri, hediyelik eşyalar satan tezgahlar görmeye başladık, “şehrin turistik kısmına geldik” dedik. Bir-iki adım daha atınca da Boşnakların Stari Most dediği Mostar Köprüsü süper bir manzara eşliğinde olanca güzelliğiyle karşımıza çıktı.
Köprü Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566’da yapılmış, savaş sırasında 1993’te yıkılmış. Savaştan sonra Türkiye dahil birçok ülkenin verdiği destekle tekrardan inşa edilmiş.
Mostar kesinlikle sadece bir köprüden ibaret değil, ama köprünün neden Mostar’ın cazibe merkezi olduğunu anlamak da zor değil. Nehir kenarındaki teraslar gerçekten kartpostallardaki gibi bir manzara sunuyor. Köprü ve ertafındaki taş binalar, etrafta yiyip içen şehir sakinleri ve turistler, Neretva’nın sanki photoshop yapılmışçasına masmavi sularından oluşan görüntüler çok ama çok güzel.

Etrafta birkaç saat dolaşıp hediyelik bir şeyler aldıktan sonra nehrin kenarındaki Restoran Babilon‘da yemek yedik. Restoranın manzarası çok güzeldi ve garsonumuz çok eğlenceliydi. Doğma büyüme Mostar’lıymış, savaş sırasında önce Türkiye’ye gelip Kırklareli’de yaşamış. Bir süre sonra burada hayat yok demiş, Frankfurt’a kaçmış. Savaş bitince memleketine geri dönmüş. Az Türkçe, İngilizce ve Almanca biliyordu, karmakarışık bir dilde konuştuk. Bize fırsatımız olursa mutlaka Mostar’ın biraz dışındaki derviş tekkesi Blagaj’a gitmemizi söyledi. Biz akşam Saraybosna’ya döneceğimiz için gidemedik, ama Google’dan yaptığım araştırmaya göre inanılmaz bir yer. Bosna-Hersek’e ilk defa gideceklere kesinlikle bir gecelerini Mostar’da geçirip ertesi gün Blagaj’a uğramalarını öneririm.


Bosna Hersek, kendi halinde savaşın yaralarını sarmaya çalışan yemyeşil güzel bir ülke. Kiminle konuşsan yüzü gülüyor, herkes hayatın tadını çıkarıyor. Kısacık seyahatimizde bile bu güzel insanların acılarını geride bırakarak hayata sımsıkı tutunduklarını gözlemledik. Saraybosna’nın Osmanlı şehri havasını çok sevimli bulduk, Mostar’ın güzelliğinden ise çok etkilendik.