Bizim kuşağımız için çocukluğumuzda hatırladığımız ilk olaylardan biri herhalde Bosna Savaşı’dır. Küçükken ailemle birlikte haberlerde korkunç görüntüleri izleyip ağladığımı çok net hatırlıyorum, Zlata’nın Günlüğü en çok okuduğum kitaplardan biriydi (çocukken beni etkileyen kitapları tekrar tekrar okuma huyum vardı). Sonra savaş bitti, Saraybosna’da hayat yavaş yavaş normalleşti. Zaman geçtikçe şehir de özellikle dünyanın bu tarafından turistleri kendine çekmeye başladı. Giden herkes Saraybona ile ilgili harika şeyler söylüyordu, ben de gitmesem olmazdı. Pegasus’un çılgın kampanyaları sağ olsun, 2015’in Mart ayında Saraybosna’daydım.

Arda’yla Saraybosna Havaalanı’na öğlen saatlerinde indik. Gitmeden önce okuduğum rehberlerde ve bloglarda havaalanından şehir merkezine direkt toplu taşıma olmadığı bilgisini almıştım, ama illa ki yakınlardan geçen bir otobüs falan vardır diyerek ulaşımımızı önceden ayarlamayı reddettik. Tourist Information’daki çocuk şehir merkezine gitmek için iki seçeneğimiz olduğunu söyledi: ya taksiyle binip 20 Euro ödeyecektik, ya da havaalanından çıkınca sağa dönüp 500 metre yürüyünce önümüze çıkacak marketin önünden 1 Euro’ya bilet alıp otobüse binecektik. Arda da ben de katiyen 20’li yaşlarımızın başında sırt çantalarımızla dolaştığımız zamanki kadar genç ve fakir macera düşkünü olmadığımızı kabullenmek istemiyoruz, o yüzden tabii ki otobüsü tercih ettik.

Havaalanından çıkıp başladık yürümeye, 500 metreyi geçip de hala sol tarafımızda eski, savaştan epeyce yara almış toplu konutlar, sağ tarafımızda da tarlalardan başka hiçbir şey göremeyince biraz endişelendik. “Welcome to Republic of Srpska” tabelasını görünce daha da endişelendik. 1,5 kilometrelik sıkı bir yürüyüşten sonra nihayet bahsedilen otobüs durağına ulaştık ve şehir merkezine doğru yola koyulduk. Kıssadan hissem şudur: havaalanından taksiye binin!

Saraybosna’da Skanderija’daki Marriott’ta kaldık, iş seyahatleri için daha uygun bir otel olduğunu düşünsem de küçük bir mutfağı da olan kocaman odamız, spor salonu, otelin mükemmel konumu ve servisi bizi fazlasıyla memnun etti. Otele eşyalarımızı bırakıp Baščaršija’ya doğru yürümeye başladık. Saraybosna bir günde rahat rahat gezilerek bitirilebilecek kadar küçük bir şehir, ama Osmanlı, Barok ve komünist dönem binaları, zengin tarihi ve farklı kültürlerden etkilenmiş mutfağı sayesinde gayet keyifli.




Şehir merkezinde şöyle bir tur atınca Ortodoks ve Katolik kiliselerini, sinagogları ve Osmanlı yadigârı Gazi Hüsrev Bey camii, medresesi ve bedestenini, Franz Ferdinand’ın öldürüldüğü Latin Köprüsü’nü, Sarajevska Pivara bira fabrikasını gezmiş olduk.



Acıktığımızı hissedince eski Galatasaraylı futbolcu Tarık Hodzic’in Cevabdzinica Galatasaray lokantasına gittik. Ben Boşnakların meşhur köftesi cevapcici yedim, gerçekten hayatımda yediğim en lezzetli köfteydi. Arda da karışık ızgara söyledi, etler lokum gibiydi. Boşnaklar ağızlarının tadını biliyor!

Yemekten sonra Arda biraz yoruldu, otele gidip biraz uyumak istedi. Ben de otelin spor salonuna inip cevapcicileri eritmeye çalıştım. Akşam olduğunda hala acıkmamıştık, gidip bir de gece hayatını görelim dedik. Balkanlar’daki çoğu şehrin aksine Saraybosna’da çok çılgın bir gece hayatı yok, ama savaşta bile kuşatma altında underground partiler düzenleyen Boşnaklar eğlenmeyi seviyor. Bütün barlar ve club’lar tıklım tıklım doluydu. Birkaç yere baktıktan sonra Hotel Europe’un karşısındaki City Pub’a gittik. Bosna’da hala kapalı mekânlarda sigara içmek serbest, içkiler de çok ucuz. Saraybosna’da kaldığımız süre boyunca bu pub’ın en iyi müşterileri olduk.
Pazar gününün çoğunu Mostar’da geçirdik, ama o başka bir yazının konusu. Pazar sabahı Mostar’a gitmek için otobüs terminaline giderken çok güzel parklardan geçtik. Akşam Mostar’dan dönünce yine artık müdavimi olduğumuz pub’ımızda takıldık.



Saraybosna’daki son günümüzde ise günlük yaşamı tecrübe etmek için biraz çarşı pazar gezdik, sokaklarda dolandık.
Sonra Gallery 11/07/95’e gittik. Saraybosna’nın tamamı zaten savaşı anlatan bir açık hava müzesi gibi, şehirde birçok binayı tamir etmelerine rağmen hala neredeyse her binada şarapnel ve top izleri var. Bazılarının içleri kırmızı boyayla doldurulmuş, bunlara Saraybosna Gülleri deniliyor.
Sokaklarda ve parklarda ölenler için yapılmış anıtlar ve mezar taşlarındaki 1992-1995 arası ölüm tarihleri insanın gözünden kaçmıyor. Müzede de Srebrenica katliamını belgeleyen fotoğraflar ve iki belgesel film insanın içini acıtıyor.

Müzeden çok karışık duygular içerisinde çıktık, ağzımızdaki acı tadı silelim diye köşedeki pastacıda birer tatlı yedik, bir bavul dolusu Boşnak böreği aldık ve eve dönmek üzere havaalanına doğru yola koyulduk.
Miss Sarajevo belgeselindeki küçük kız Alma Catal’in yakın zamanda çekilmiş başka bir belgeselini buradan izleyebilirsiniz.