Ali’yle beraber Londra’da İran seyahatimizi planlarken seyahat tarihlerimizin Muharrem ayına denk geldiğini görünce sıkıntılanmış, “acaba tarihleri değiştirsek mi?” demişti. Sonradan seyahatimiz başlayıp da İran’a vardığımız andan itibaren Ali’nin şüpheleri geçti, ben de iyi ki İran’ı ilk kez bu dönemde görmüşüm diye düşündüm.
Şii inancına göre Muhammed peygamberin torunu İmam Hüseyin Kerbela’da Muharrem ayının onuncu günü Yezid’in ordusu tarafından katledilmiştir. Bu nedenle Şiiler Muharrem ayını yas ayı olarak kabul ediyorlar. Düğünler, eğlenceler bu ayda yapılmıyor. Muharrem ayında sokaklarda geçici tekkeler kuruluyor, Farsçada bu tekkelere “tekiyye” deniliyor. İnsanlar her gece tekkelerde buluşuyor, geç saatlere kadar dualar ediyorlar. Bu süre içinde özellikle geceleri sokaklarda geçitler oluyor, tekkelerde her daim bedava çay ve bazen de yemek dağıtılıyor, televizyonlarda ve radyolarda hep dini yayınlar yapılıyor.

Şimdi, bu işin dini yönü. Benim gözlemlediğim, İranlı arkadaşlarımın da bana aktardığı sosyal yönü ise oldukça farklı. Herkesin bildiği gibi İran’da devrimden sonra İslami bir hayat tarzı benimsenmiş durumda. Bu durum sosyal ilişkileri, kadın-erkek ilişkilerini de yeniden şekillendirmiş. Gençlerin bizim bildiğimiz anlamda toplum baskısından uzak bir şekilde tanışmaları, flört etmeleri, sevişmeleri çok zor. Fakat hormonlar söz dinlemiyor, insanlar da tanışıp anlaşmak için yeni ve yaratıcı yöntemler buluyorlar. Evet, İranlıların çoğu gerçekten ve samimi olarak oldukça dindarlar. Evet, çoğu Muharrem ayında gönülden, derin bir yas tutuyorlar. Ama şu da bir gerçek ki, tekkelerin önünde adeta bir sokak partisi havası var. Muharrem ayı nedeniyle genç kız ve erkeklerin geç saatlere kadar beraber sokakta vakit geçirmek, konuşmak, çay içmek için bir bahaneleri oluyor. Telefon numaraları alınıp veriliyor, bakışmalar, gülüşmeler dikkatli turistlerin gözünden kaçmıyor.
Yazımın başında belirttiğim gibi; İran seyahatimi planladığım dönemde henüz Londra’da yaşıyor, temelli Türkiye’ye dönmek için hazırlıklarımı tamamlıyordum. Doğal olarak bu dönemde birçok arkadaşımla buluşup vedalaşırken İran’a seyahat planlarımdan da bahsettim. Özellikle Batılı arkadaşlarımın tepkisi genellikle, “Sen deli misin? Orada radikal dinciler var, sokaklarda kendilerine işkence yapıyorlar! İran çok tehlikeli değil mi?” şeklindeydi. Ama benim babam dağcı, annem ise bisikletçi. Ne mutlu bana ki tipik Türk ana-babalarından oldukça farklı profiller. Her ikisi de daha önce İran’a seyahat ettiği için tamamen güvenli olduğunu biliyordum. Öte yandan “İranlı” denince çoğu Batılının, hatta biz Türklerin de gözünün önünde beliren kendini kırbaçlayan insanların görüntüleri var ya? İşte o görüntüler Aşure gününden.

Aşure gününün arifesinde İsfahan’dan Tahran’a dönüş yolundaydık. İran’da Aşure gününde de, arifesinde de açık restoran bulmak zor. İnsanlar da genelde evlerinde yemek yapmıyor, yemekler topluca sokaklarda veya tekkelerde pişirilip gelen geçene dağıtılıyor. Herkes ‘nazri‘ denen bu yemeklerden alıp yiyor, bizde nasıl ‘Allah kabul etsin’ deniliyorsa onlar da ‘Qabul bashe‘ diyorlar. Biz de yolda acıktığımızda bir kasabada durduk, köylüler bize tepeleme 5 kutu pilav ve qıyme denilen yemekten verdi. Yemekler düzgünce plastik kutulara konmuştu, yanında da birer kaşık ve ufak kaplarda yoğurt vardı. Bu kadar organize bir şekilde hazırlanmalarına hayran olmamak elde değil.
Hüseyin’in öldürüldüğü gün, Muharrem ayının onuncu günü olan Aşure günü. O gün yapılan törenlerde insanlar sokaklarda ritmik bir şekilde davullar çalarak yürüyüş yapıyor, zincirlerle kendilerini dövüyor ya da elleriyle göğüslerine vurarak tempo tutuyorlar. Bu ritimli davul ve ilahi sesleri kimilerine sinir bozucu gelebilir, ama melodik bir şekilde şarkı söyler gibi kusursuz bir şekilde tempo tutmaları beni büyüledi. Medyada gördüğümüz aşırı şiddet dolu görüntülere ben şahit olmadım, ama gerçekten çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı herkes bu törenlere katılıp kendini zincirlerle kırbaçlıyor ya da göğsünü ve başını dövüyor.
Aşure gününde sokaklarda dekorlar kurularak Kerbela katliamı canlandırılıyor. Biz töreni arkadaşlarla Tahran’da izledik. Bu canlandırmalarda İmam Hüseyin’in adamlarını oynayanlar yeşil giyiyor, Yezid’in adamlarını oynayanlar ise kırmızı. Töreni izledikten sonra İsfahan’daki mollanın neden bana o kadar kızdığını anladım, meğer kırmızı pardösümle bilmeden Yezid gibi sokaklarda dolaşmışım!

Törende neler olduğunu uzun uzun anlatmak zor, izlemek isterseniz çektiğim bir videoyu Youtube’a yükledim.
İnsanların törende dindar olsunlar olmasınlar gerçekten duygulanmaları, ağlamaları benim icin çok ilginçti. Belki de Aşure günü İranlılar için bir nevi terapidir, Hüseyin’in acılarıyla kendi acılarını özdeşleştirip toplum içinde duygularını gösterip rahatlıyorlardır.

İran şu ana kadar gezdiğim en ilginç yerdi, hem bu kadar ortak yönümüz olup hem de bu kadar uzak olmamız gerçekten çok enteresan. Tarihini ve mimarisini keşfetmek, yemeklerini tatmak, yakın tarihinin toplumu nasıl şekillendirdiğini anlamak ve önyargıları kırmak icin kesinlikle ziyaret edilmeli, gezilip görülmeli. İran’ın Türklerden vize istememesi, turizm konusunda çok bakir ve çok ucuz olması nedeniyle Türkiye’den giden bir gezginin farklı bir tecrübe yaşayacağı kesin.
İran’ı ziyaret ettiğim 2013’ten beri birçok şey değişti. Ahmedinejad’dan sonra göreve gelen Ruhani çok daha ılımlı bir lider. Nükleer enerji konusunda Batı dünyasıyla anlaşmak için önemli adımlar attı, ve İran bu doğrultuda yavaş yavaş, ama çok net bir şekilde dış dünyaya açılıyor. Ben İran’ı hem bu değişimlerden önce, hem de Muharrem ayı gibi enteresan bir zamanda ziyaret ettiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. En kısa zamanda da bir bahaneyle tekrar gidip Tebriz, Yezd ve Şiraz gibi gezme fırsatı bulamadığım şehirlerini görmek istiyorum.