Sakız Adası, Yunanistan

Sevgili Can ve İnci ile bir akşam otururken, “Plaza işçisi de olsak, biz de işçiyiz!” mottosuyla 1 Mayıs tatilinden istifade edelim dedik ve jet hızıyla tatil planlarımızı yaptık. Bu gençlerle tam bir sene önce 2016 Mayıs’ında Atina’ya gitmiştik, Can sürpriz bir evlenme teklifiyle gezimizi taçlandırmıştı. Aradan geçen 1 yılda onlar da, biz de evlendik ve Arda’yla ben 20’li yaşlarımıza veda ettik. Bütün bu değişikliklere rağmen hele de buz gibi geçen bir kıştan sonra Yunan’dan şaşmayalım, kendimizi Ege’nin maviliklerine bırakalım diyerek hiçbirimizin daha önce gitmediği Sakız’a gitmeye karar verdik. Cuma akşamı işten çıkıp İzmir’e uçtuk, anneannemin bize hazırladığı mis gibi yataklarda yatıp sabahın köründe Çeşme Limanı’na doğru yola koyulduk.

Önce işin ulaşım, vize gibi sıkıcı kısımlarını anlatayım. Bizim seyahat planı çok spontane geliştiği için beni Schengen vizemin bittiği bir dönemde yakaladı. Yeni Schengen’e başvuracak olsam bu tatil yalan olacaktı, ben de hızlı çıkar diye “kapı vizesi”ne başvurdum. Hızlı olmasına hızlıydı, ama bir daha kapı vizesi alacağımı sanmıyorum. Neden?

Kapı vizesinin artıları:

  • Seyahat tarihinden 2-3 gün önce başvurulması yeterli.
  • Öyle sayfa sayfa evrak toplamaya gerek yok. Birkaç basit belge ile hemen başvuru yapılıyor. Evrakları kargoyla göndermeye de gerek yok, ben elektronik ortamda gönderdim.

Kapı vizesinin eksileri:

  • Maksimum 15 günlük ve tek girişli vize veriliyor. Nereye gidiliyorsa oradan başka bir yere geçmeye olanak vermiyor. Yani Sakız’dan bir de Atina’ya geçeyim desen geçemezsiniz.
  • Schengen’den sadece minimal olarak daha ucuz. 3 günlük vize için 55 euro vermek insanın içine oturuyor. Döndükten çok kısa süre sonra Schengen’e başvurdum. 60 euro verdim, 1 yıllık vizeyi aldım (aslında 240 TL verdim, yetkili şirket Kosmos kuru 4 TL’ye sabitlemiş *Haziran 2017 itibariyle*).
  • Bu kısım biraz benim bahtsızlığımdan da kaynaklanıyor olabilir. İstenen 3-4 belgenin arasında otel rezervasyonu da var. Ben de Booking.com’dan rezervasyon yaptırdım. Ama Booking rezervasyonu yetmiyormuş, otelin antetli kağıdına gerçekten senin hangi tarihler arasında orada kalacağını ve senden ödemeyi aldığını teyit eden bir yazı yazması gerekiyormuş. Peki dedim, ödemeyi yapayım, alayım ben yazıyı. Fakat oteli arıyorum, arıyorum açan yok! Mailler attım, Booking.com müşteri hizmetlerini araya soktum ama 3 gün kadar otelden kimseye ulaşamadım. Otel de 4 yıldızlı otel yani, fotoğraflardan güzel de bir yere benziyor, yorumları iyi. Resepsiyondan kimsenin telefona bakmamasını kesinlikle anlayamadığım gibi bir de acaba nasıl bir yere gidiyoruz bizi kesecekler mi orada diye de endişelenmeye başladık. En sonunda biri açtı telefonu, işimi halletti ama epeyce ter döktüm.
  • Sakız’a varınca kapı vizesi alanlar için ayrı bir kuyruk var, oraya giriyorsunuz. Minimum 45 dakika bekliyorsunuz, oradan vizenizi alıp tekrar pasaport kontrol kuyruğuna giriyorsunuz. Yunanistan ekonomisi göçünce Avrupa Birliği sıkı yaptırımlar getirmiş, bunların başında da kamu harcamalarının kısılması kapsamında birçok çalışanın işine son verilmesi varmış. Yunanlar zaten fazlasıyla rahat, bir de böyle olunca iyice salmışlar. Bir de tabii eskiden Sakız kendi halinde bir adacık iken son yıllarda resmen Türklerin akınına uğruyor. Adanın bu tarafındaki mevcut liman çok eski ve küçük kalıyor, gezerken adanın diğer tarafında Yunanistan’a giden feribotların kalktığı daha modern ve güzel bir liman gördük. Bu tarafta da bir marina projesi varmış, yakında yapımına başlanacakmış.

Bunları saatlerce kuyrukta beklerken feribotun görevlisi Fedon kılıklı Türk abi anlattı. Fedon’un eşi Sakız’lıymış, su gibi Yunanca konuşuyordu. Dönüşte de feribotta belgeseli oynuyordu adamın. Bu arada ben hariç diğer arkadaşların Schengen’i vardı, dışarıda beni beklerken ağaç oldu zavallılar.

Herkesin feribot biletlerini benim kapı vizesini de halleden Ertürk firmasından topluca aldım. Bunun dışında Ege Birlik ve Turyol’un da Çeşme’den Sakız’a feribot seferleri var. Ertürk’ü tavsiye ederim.

Bizim biletlerimiz sabah 9’daydı, ama önceki gece Ertürk’ten yoğunluk nedeniyle sabah 8’e ek sefer koyduklarını istersek biletimizi erkene alabileceğimizi anlatan bir mesaj geldi. Yetişemeyiz diye almadık ama Çeşme Limanı’na vardığımızda 8’e çeyrek vardı. Hemen erken feribota atladık, iyi ki de öyle yapmışız. Zaten kalabalık bir hafta sonuydu, Fedon abi dedi ki, diğer firmaların seferleri de 9’daymış hepsi birden limana girecekmiş, o zaman orası cehennem gibi olacakmış. Herhalde benim pasaport kuyruğu artık en az 3-4 saati bulurdu. Zira aynı gün Sisam’a giden zavallı annem bir o kadar beklemiş. Böylece ilk günden kendimizi epeyce şanslı hissettik!

Limandan çıkınca önceden kiraladığımız minik arabamızı teslim alıp otele doğru yola koyulduk. Chios’un merkezine 10 dakika mesafedeki Karfas’ta, Aegean Dream otelde kaldık. Gelmeden önceki endişelerimizin aksine gayet güzel bir oteldi, Karfas’ın plajına da yakındı. Fakat telefonun bir türlü açılmamasının sebebini check-in yaparken anladık, resepsiyondaki zavallı kızcağız kahvaltı servisi de yapıyordu, barın arkasında da çalışıyordu, sanırım sezon tam açılmadığından bir çalışan sıkıntısı vardı. Oteldeki kocaman odalarımızı ve deniz manzaralı balkonlarımızı çok sevsek de bir plaja inmek istedik. Arda biraz uyuyacağını söyledi, biz gençlerle sahildeki bir cafede oturduk. Greek salatalarımızı yedik, biralarımızı içtik. Deniz yosunlu, hava da rüzgarlı olunca denize giremedik, oturup muhabbet ettik.

Komi beach

Komi beach

Arda birkaç saat sonra uyanınca kurt gibi acıkmıştı, biz de Karfas’tan sıkılmıştık. Arabamıza atlayıp adanın güneyindeki Komi Beach’e gittik. Komi’nin en güzel mekanı Nostalgia. Biz gittiğimizde henüz şezlongları atmamışlardı ama deniz kıyısında güzel bir çardağın altında beyaz tahta masa ve sandalyeleri, mavi-beyaz kareli örtüleriyle çok sevimli bir taverna. Hepimizde geçen seneki mezelerin, uzoların özlemi olduğundan masayı donattık, keyifli bir yemek yedik. Sakız’da üretilen nefis Fresh Chios Beer’ları yuvarladık. Biz yemeğimizi bitirene kadar şezlongları da attılar, yemek üstüne sahilde güzel bir uyku çektik. Sakız’da ilk günümüz bitmeden pamuk gibi olduk. 

Kalamoti

Uyanınca biraz köyleri gezelim, seramikleriyle meşhur Armoli köyüne gidip alışveriş yapalım dedik. Armoli’ye gelmeden önce yolda Kalamoti köyü var, burada arabayı park edip bir tur attık. Sakız’da nereye gidelim diye sorunca herkes Pirgi ve Mesta diyor, ama benim adada en çok beğendiğim iki köyden biri Kalamoti oldu. Burası Cenovalılar zamanında en parlak dönemini yaşayan bir Ortaçağ köyüymüş. Hala o eski havası var, ama ada birçok deprem geçirdiği için evlerin ve diğer binaların yarısı yıkık durumda.  Sokaklarda sadece yaşlılar var. Köyde boş boş dolanırken evlerinin önünde oturan iki teyze bize laf attı, biri kalktı yanımıza geldi. Yunanca konuşa konuşa han gibi bir yeri işaret etti, illa ki oraya girip gezmemizi istedi. Girdik ama pek dikkate değer birşey göremedik. Yine de teyze pek sevindi, bize çikolata ikram etti.

Kalamoti

Kalamoti

Kalamoti

Kalamoti’den sonra Armoli’ye gittik. Burası daha merkez konumunda, bakımlı güzel bir köy. Hatta gezimizin geri kalanında fark ettik ki bütük yollar Armoli’ye çıkıyor! Seramikçiler köyün girişinde, geri kalanında da güzel evler var. Seramiklere bakmak için dükkanın birine girdik, dükkanın sahibi teyze turistlere çok alışkın. İçeri girer girmez hemen şovuna başladı. Televizyonun kumandasına bastı, Türkiye’den bir seyahat programı gelmiş dükkanını çekmiş, televizyondan onu açtı. Bize tarçınlı likörle sakız şekeri ikram etti. Tam bir tüccar ama yine de sevgili ülkemizdeki gibi tepemize çökmedi, rahat rahat gezip dükkandaki herşeyi inceledik. El boyaması balıklı bir seramik tabakla magnet, bir de sakız reçeli aldım. Teyze hemen indirimler ikramlar yaptı. 

Kalamoti

Sakız’ın merkezi Chios diye geçen adını adaya veren bölge. Gündüz pek bir şeye benzetememiştik ama akşam şehirde tüm mekanlar dolu, gece hayatı çok canlı görünüyordu. Biz canlı Yunan müziği dinleyip ouzo içmek istediğimizden o mekanları pas geçtik limanda Tzivaeri diye bir tavernaya gittik. İki amca buzuki çalıp şarkı söylüyor, fix menü sınırsız ouzo veya şarap dahil 23 euro. Müzik çok güzel ve adamlar aşkla çalıyorlar ama ses o kadar yüksekti ki başımız ağrıdı. Kapıdaki “ben ada geliniyim” diye dolanan Türk ablayı sevmedik, menüdeki birçok şey de bitti denilerek gelmedi. Tavernayı pek başarılı bulmadık, sahilden birer dondurma alıp ilk günü bitirdik.

IMG_0573

Dafnonas

Dafnonas

Ertesi sabah kahvaltı ve havuz keyfinden sonra yola çıktık. Planımız adanın orta kesimini gezmek, sonra güneydeki köylere gitmekti.  Karfas’tan adanın tam ortasındaki Neo Moni manastırına giden yol oldukça dağlık ve manzaralı, orman içinden kıvrıla kıvrıla gidiyor. Yolumuzun üstünde gezi rehberlerinde pek bahsedilmeyen Dafnonas adlı bir köyde mola verdik. Muhteşem manzaralara baka baka Neo Moni’ye geldik gelmesine ama manastır 13:00-16:00 arasında kapalıymış, gezemedik. Uzaktan bile çok etkileyici görünüyordu, üzüldük.

IMG_0608

Kayalara oyulmuş Anavatos köyüne doğru yola çıktık, bu arada yolumuz bir tepe üstünde tamamen taş evlerden oluşan Avgonyma köyüne düştü. Benim Sakız’da en çok beğendiğim yer de burası oldu. Köyde birkaç küçük otel ve restoran var, dağın tepesinde süper manzaralı çok keyifli bir yer. Anneannemle Eylül’de tekrar geleyim de burada kalayım diye düşündüm.

Avgonyma

Avgonyma

Avgonyma

Avgonyma’dan çıkınca Anavatos’u uzaktan gördük ama karınlar acıkınca oraya gitmeyi pas geçip balıkçı köyü Lithi’ye devam ettik. Burası basit bir köy, uzunca kumlu bir plajı var ve denizi de sakin. Plajda soyunma kabinleri ve duşlar var ama biz gittiğimizde sezon olmadığından şezlong ve şemsiye yoktu. Lithi balıkçı köyü olunca haliyle deniz ürünleriyle meşhur. Biz de sahildeki Kolotou Anna “Üç Kardeşler” lokantasında çok keyifli bir yemek yedik. Fangri çok lezzetli bir balık, mutlaka birer tane söylenmeli.Yanında ızgara barbun, kalamar, meze salata ve birer birayla tıka basa bir yemeğe 80 euro verdik. Yemekten sonra denize girip biraz yüzdük, soğuk olmasına rağmen hava esmediği için üşütmedi. Biraz kuruduktan sonra arabaya atladık, Mesta köyüne gittik. Gerçekten çok güzel bir köy, Ortaçağ’dan kalma taş binalardan oluşan köyün etrafını duvarlar çevreliyor.Bu kale içine kurulmuş yapının bir bölümü şu an bozulmuş, duvarların dışına da evler yapılmış ve gözetleme kulelerinden bazıları yıkılmış. Ama büyük ölçüde çok iyi korunmuş ve Ortaçağ havasını yaşatan bir köy.

Mesta

Sakız’da gece hayatı canlı dedim, ama çok fazla alternatif olduğunu söyleyemem. Sahildeki sıra sıra mekanlar ya taverna tarzı, ya da çok yüksek sesli pop müzik çalan barlar. Kitle de ya 50 yaş üstü, ya da ergen. Akşam niyetimiz biraz eğlenmekti ama kafamıza göre bir yer bulmakta zorlandık. Ara sokaklarda gezerken gördüğümüz  en cool yer Kubrick diye bir bar oldu.  Burası turistlerden uzak, genelde Yunan gençlerin tercih ettiği bir yer, müzikleri de güzel. Sakız’daki ikinci günümüzü de burada noktaladık.

İlk iki gün yaya yaya gezince, hava da güzel olunca adanın kuzeyini pas geçip Pyrgi ve güneydeki sahilleri gezmeye karar verdik. Pyrgi Sakız’ın en meşhur köyü, evlerin duvarlarındaki geometrik desenli süslemeleriyle ünlü. Bu dekoratif detaylar gerçekten çok hoş görünse de adadaki onca güzelim evden sonra buradaki bitişik apartman gibi küçük evler biraz hayal kırıklığı yaşattı bize. 

Pirgi

Pirgi

Köyün meydanında birer frappe içip sakız ağaçlarının arasından Emborios yönüne doğru ilerledik. Lithi’nin ufağı balıkçı köyü Emborios’u geçince adanın en meşhur plajlarından Mavra Volia’ya ulaşılıyor. Plaj irice volkanik taşlarla kaplı. Adaya akın eden Türkler köyleri gezmeyi tercih etmiş, bu harika plajda bizden başka 4-5 kişi vardı. Mavra Volia’nın denizi muhteşem berraklıkta ve sakin ama suyu çivi gibi. Ada sakinlerinin dediklerine göre yazın da öyleymiş. Can ve ben girdik yüzdük ama Arda’yla İnci cesaret edemedi. Biraz sıcak taşların üzerine yatıp ısındıktan sonra daha güneydeki Vroulidia plajına gittik. Uzun süredir gördüğüm en güzel plaj burası, kayalardan merdivenlerle iniliyor ve denizin rengi çok güzel bir turkuaz. En güzel yanı kimse orayı çevirip de kardeş o kadar merdiven yaptım ver bakalım 50 lira demiyor. Biz gittiğimizde çadır kurmuş bir çift vardı, biz yüzerken onlar ufaktan toplarlanıp gitti. Biz giderken de ellerinde oltayla başka bir çift geliyordu. Yunanistan’ın her yerinde deniz, doğa herkesin, kimsenin kimseden haraç kestiği yok. 

VroulidiaTürkiye’de gerçekten çok özlediğimiz bir şey bu. 

Feribotumuz kalkmadan şehir merkezine gidip dünya tatlısı Rena’nın dükkanından sakız ve fıstık reçeli almayı atlamadık. Sahilde son kalamarlı ouzo’lu yemeğimizi yedikten sonra dönüş vakti geldi. 

Biz Sakız’ı sevdik, Çeşme’nin son 10 yıldır devam eden keşmekeş halinden çok daha güzel ve huzurlu geldi bize. Adada herkesin keyfine uygun birbirinden güzel plajlar, ormanlar dolu. Öte yandan adalıların Türklere ve taleplerine fazlaca uyum sağladıkları da göze çarpıyor, maalesef yeme-içme, eğlence biraz tektipleşmiş durumda. Çok orijinal bir tat, değişik bir lezzet bulmak çok mümkün değil. Yine de yazın tadını çıkarmak, biraz keyif yapmak için güzel bir adres.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s